Doğal ışık ve başarısız bir gün

by Güray Dere

Aralık ayının sonları, hava sıcaklığı eksilerde. Makro çalışmalarım genellikle arşivdeki fotoğrafları işlemekten ibaret. Fotoğraf makinem çantada yatıyor. Böyle olacağı tahmin edilebilir bir dönem. Neyse ki geçen yaz bu günleri düşünerek bol fotoğraf çekmişim . Disklerim ham fotoğraf dolu ve hala 6 ay öncesini işliyorum. Bahara kadar belki de bitiremeyeceğim.

Birkaç hafta önce Newport-423 (imperial) rayı edinmemle birlikte tripod üzerinde doğal ışık düzeneğini tamamlamış oldum. Aslında uzun zamandır Newport kullanıyorum. Ama o model metrik M-423 modeliydi. Tripod üzerine bağlamak için özel vidalar bulmak gerekiyordu. Bir yıla yakın zamandır vidalama işini beceremediğim için model değişikliği yaptım. Bu konuyu ayrı bir yazıda anlatırım.

Yeni sistemi kurup uzun uzun seyrettikten sonra sahada denemek ve bu konuda kendimi geliştirmek için sabırsızlanıyorum. Soğuk ve kar yağışlı giden havalar fırsat vermeyince bahara biraz daha deneyimli girmek için ev ortamında flaşsız çekimler yapmaya çalışıyorum. Ama tabi açık havadaki zorlukları yaşamadan aslında hiçbir şey öğrenilmemiş oluyor. Derken hava biraz toparladı, bahçede bazı denemeler yaptım ama konu bulmakta çok zorlanıyorum. Sanki ortalıkta böcek kalmamış.

Sanki diyorum, çünkü biliyorum ki oradalar. Takipçisi olduğum John Hallmen’in bu konudaki becerisini siz de görmelisiniz. İsveç’te yaşayıp kar kış dinlemeden makro çekmeyi başarıyor. Biraz bilgi, biraz ekipman ama en çok kararlılık ile. Ben sabah erken kalkıp sadece bahçeye adım atmaya üşenince, ve çıktığımda da elim boş dönünce kendime kızıyorum. Hallmen’in Youtube’ta paylaştığı bir videoyu ekliyorum. Biz çok daha şanslı bir iklimde yaşıyoruz. Önce birlikte bunu izleyelim, biraz kendimizden utanalım 🙂 

Kerem’in sisli bir kış günü yaptığı çekim

İşte o arada yeni ekipmanı gerçek ortamda deneyebileceğim bir fırsat çıktı. Aile ziyaretleri için İstanbul dışına çıktığımda sıklıkla açık alanlarda makro çekim yapıyorum. Genellikle de tatmin edici sonuçlarla dönüyorum. Ama bu sefer ilk kez yanıma flaş almadım. Zorla doğal ışık deneyeceğim. Hafta sonu için hava durumu sisli ve yağışsız gösteriyor. Kapalı hava aslında bir avantaj. Çünkü fotoğrafta doğrudan güneş ışığı sevmiyoruz. Sert yansımalar ve sert gölgeler yapıyor. Güneşli havalarda ışığı dağıtan beyaz bir kumaş/kağıt/plastik difüzör kullanıp böceğin üzerine sert ışık düşmesini engellemek gerekiyor. Havada sis ya da bulut varsa doğal difüzör olup ışığı dağıtıp güzel bir aydınlanma sağlıyor. Bir diğer güzellik de ısınamayan böceklerin hareketsiz kalmaya devam etmesi.

Kuzenim Özgür Kerem Bulur ile sık sık birlikte çekim yapıyorum ve makro fotoğraflarını dünya genelinde çok başarılı buluyorum. Ben olmadan tek başına çekime çıktığı zamanlarda bazen bana email ile çekim ortamını gösteren fotoğraflar gönderiyor. Geçenlerde yine sisli bir havada bana “işte buradaydım” diye gönderdiği yer ve o gün çektiği peygamberdevesi fotoğrafları ağzımı sulandırdı. Bu hafta sonu çekime gideceğim sisli hava bunları gördükten sonra benim de beklentimi yükseltti. Bu arada aşağıdaki fotoğrafı tıkayıp büyüterek incelemenizi öneririm.

Kerem’in sisli havada fotoğrafladığı peygamberdevesi

Çekim Günü

O Pazar günü çiftlik ziyareti ile birlikte ekipmanı kaptığım gibi soluğu tarlanın içinde alıyorum. Hava sisli değil, güneşli, pırıl pırıl ama oldukça soğuk. 3-4 derece sıcaklıkta olmalı. Geceden donan sular öğle saatlerinde hala çözülmemiş. Uzunca süre tarla kenarlarında, dere boyunda, hatta dere yatağında dolanıyorum. İnanılmaz şekilde hiçbir şey bulamıyorum. Minik bir çiçek olsa o da kabul. Ama bu mevsimde o bile yok. Evet her yer yeşillik ama makro açısından çölden farksız. Dere kenarında belli belirsiz uçuşan minik sinekler var. Kırağının çözüldüğü yerler damla damla çiğ kaplanmış. Manzara çok güzel. Yere çöküp etrafı seyrediyorum. Hepsi bu.

Keyif kaçırmadan tripod sırtımda geri dönüp birlikteliğin tadını çıkarmak lazım. Buraya aile ziyeretine geldik. Koyunların arasında kızım da poz veriyor. Onlara odaklanıyorum. Hem makro lensler iyi de portre çeker değil mi?

Bir süre sonra tekrar denemek istiyorum. Hallmen’in kar altındaki çekimleri aklımdan çıkmıyor, bir türlü böcek bulamadığıma inanamıyorum. Bu sefer bahçe tarafında şansımı deneyeceğim. Yazın sebze ekilen bu bölüm o mevsimde makro cenneti oluyor. Bir de kışın bakmak lazım.

Burası gölgede kaldığı için maalesef tamamen donmuş durumda. Hayat belirtisi yok. Asmaların altında yine sessizliğe dalıyorum. Sonra etrafta işaret sinekleri dikkatimi çekiyor. Bu minikler asla rahat durmaz. Sürekli kıpırdanıp dans ettikleri için bu ismi almışlar. Ama soğukta bir denemek lazım. O sabit dururken tripodu ayarlıyorum. Ama bir türlü yere yeterince yaklaşmıyor. Bacakları kıs, olmadı uzat ama açısını sonuna kadar açıp yere eğ. Yine olmadı, tek bacak öyle kalsın diğerlerini sonuna kadar katla! Bırakınca devriliyor. Olacak gibi değil. Bu model tripod kuzenim Kerem’de de var. Onun bu tripodun bacaklarını neden testere ile kestiğini! ve sonra da tamamen kenara ayırıp özel bir tane edindiğini anlamaya başlıyorum.

Makro çekim için yere çok yaklaşabilen tripodlardan kullanmak gerekiyor.

Onca boğuşma ve yerleşme hareketine rağmen sinek hala orada. Netlemeyi de ayarlıyorum ve deklanşöre basıyorum. Ama elbette gecikmeli çekim. Ayna tireşimi sönene kadar 3sn makina bekliyor ve çekimi yapıyor. Yere bakıyorum sinek yok! LCD ekrana, çektiğim fotoğrafa bakıyorum sinek yok!

Belki 20 kare focus stack yapmam gereken durumda elimde harika bir doğal ışık renk tonlu “kuru ot” fotoğrafı var. Paylaşmadan edemedim, buyrun büyütüp izleyelim çünkü 200km yolu bu kuru otu çekmek için geldim! “Arka plan da berbatmış zaten, pozlama da yetersizmiş” diye teselli aranıp söylenirken başka bir otta yine bir işaret sineği görüyorum. Benzer kurulum ve kadraj çilesinden sonra tamamdır deyip basıyorum deklanşöre.

Yere bakıyorum sinek orada! LCD ekrana bakıyorum sinek orada! Ama o da ne? Bir hayalet mi?

Doğal ışıkta uzun pozlamalar yaptığımız için o ara sineğimizin gezineceği tutmuş. Pozlamada hareket ettiği için silik bir lekeye dönüşmüş. Başka bir hedef arıyorum. Ve bir işaret sineği daha. Yine otların üzerinde duruyor. Ürkütmemek için çok yavaş hareketlerle kurulum ve ayar kısmını hallediyorum. Bu sefer focus stacking için birkaç poz bile çekiyorum. Onlarca sayıda pozlamadan çoktan umudumu kestiğim için az daha kısık diyaframda birkaç kare ile bir şeyler yapmaya çalışacağım. Ve sonuca bakıyorum:

Evet sanırım buna da rüzgar diyorlar. Kovboy filmlerinden hatırladığım hareketler geliyor aklıma  “tükürükle ıslatılmış parmak”, “yere tüy bırakma”. Bu gidişle ben de bunlara başvuracağım. Açık havada sürekli rüzgar esiyor. 50 pozluk bir focus stack çalışmasında defalarca ara verip sabırla rüzgarın dinmesini bekliyoruz, bu arada da çaresizce sahnenin bozulmayacağını umuyoruz. Galiba bugün benim günüm değil. Şanssızlık da diyebilirdim belki ama demiyorum. Çünkü biliyorum ki bunları istisnasız her “açık hava-doğal ışık” çekiminde yaşayacağım. Yeterince deneme yapabilecek çeşitlilik olsa içlerinden bazıları istediğim gibi gidecek. Ama bugün o gün değil, bu kesin.

Peki bugün neler öğrendim diye kendi kendime sorarsam “çok şey” diye cevaplayabilirim. Öncelikle bazı ekipman eksiklerim olduğu belli oldu. Konfor çok önemli. Zaten zor bir işi iyice zorlaştıran idareten çözümler kısıtlı sabrımızı çok hızlı tüketiyor. Hızlı kurulabilir, hızlı iş gören ve taşınabilir bir set olmalı.

Uzun zaman önce izlediğim bir “Nikon ekipman pornosu” diye tanımladığım bir video geldi aklıma. Müzik bile öyle! Adamlar alt tarafı bir örümcek fotoğrafı çekecekler. Ama reklam yapmaları lazım. Resmen kamyonla gelmiş olmalılar. İnsan ister istemez diyor, “bir tripod, bir gövde ve bir lens de yeterdi aslında”. Arkadaş 20bin dolarlık (rakamı atıyorum ama abartmıyorum, fazla da olabilir) ekipmanı güle güle kullansın tabi ama bir yandan da üzülüyorum. Ömrünün yarısı onları kurup toplamakla geçecek. Ya da gün boyu aynı yerde o aynı örümceğin mükemmel fotoğraflarını çekmeye devam edebilir. Bu da bir tercih.

Çözüm kesinlikle bu değil. 

 “Ne öğrendim”e döndersek. Yeni bir ihtiyaç listesi çıktı diyebilirim

İhtiyaç listesi

  • Yere yaklaşabilen ve titreşimleri hızlıca sönümleyen bir ahşap tripod. Örneğin Berlebach Mini Stativ
  • Çekim öncesi titreşim bitsin diye saniyelerce bekleme ihtiyacı olmadan, basınca hemen titreşimsiz çekebilecek EFSC (elektronik perde) destekli bir gövde. Örneğin Canon/Sony/Olympus
  • Yere eğdiğim zaman Newport’un yayında esneme yaptırmayacak bir çözüm. (Henüz hafiflik konusunda emin değilim, genellikle ağır iyidir)
  • Portatif, kolay taşınır, kolay kurulur mini difüzör, reflektör ve örnek sabitleyici kıskaç düzenekleri. Kendi çözümümüzü üretmemiz gerek.
  • Sağlam sinir, sabır (En çok ihtiyaç duyulan şey, öyle ki diğer hepsi teferruat)

Güncelleme: Şimdi dönüp bu yazıyı tekrar okuduğumda yukarıdaki listede yazdığım hedeflerime ulaşmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Reflektör tutucularım, Berlebach mini tripodum ve Sony A7 II gövdem açık hava çalışmalarında beni çok hızlandırdı. Geçen zaman içinde keyifli çekimler yapma imkanım oldu. Geriye hala geçerli son bir madde kalıyor: sabır ve kararlılık. Ona her zaman ihtiyacınız olacak 🙂

 Gün sonu

Nihayet akşam oldu, güneşin batmasına yakın hava iyice soğudu. Hastalanmamak için artık açık havada daha fazla kalmayalım diyerek her şeyi toplayıp bagaja doldurduk. Ki o anda sağ elimin işaret parmağında çiftleşen bir çift sinek farkettim. Bir tatarcık türü (midge fly) olduklarını zannediyorum. Eskiden hepsine sivrisinek diyordum ama bazı midge fly’larda dişilerde kan emme hortumu bulunmuyor. Bunda da yok. O yüzden böyle bir şey olmalı. Erkeklerde zaten sivrisineklerde de bulunmuyor. Neyse, muhtemelen soğuk yüzünden, biraz ısınmak için gelip parmağıma konmuşlardı. Merakla biraz izledikten sonra “acaba” diyerek fotoğraf makinesi çantasına uzandım. Uçmasınlar diye de ağır çekim hareket ediyorum. Tek elle zar zor makineyi çıkardım çıkarmasına ama sinekler tam da deklanşör parmağımın üzerindeler! Sol elle çekim yapmam lazım:)

Ters kulak gösterme hareketiyle yarışır bir pozisyonda sol elle hem manuel odak halkasıyla oynayıp hem de deklanşöre basıp birkaç çekim yaptım. O ara eşim kendimi boğmaya çalıştığımı zannetmiş olmalı ki yanıma gelip neler olduğuna bir göz attı.

Baktım sinekler hayatlarından memnun. Gözleri beni görmüyor. Biraz daha yakından bakmak için yine tek elle Raynox’u takıp büyütmeyi de en yüksek seviyeye getirdim. Bu konumda yaklaşık 2X yapıyor. Tekrar denedim ama bu sefer büyütme artınca ve her iki elim de birbirinden bağımsız titrediği için netleme yapmak imkansız oldu. Flaş da yok. Normalde böceğin üzerine güneş ışığını düşürmeyi hiç sevmem. Bu sefer mecbur kullanıyorum. Ona rağmen batan güneşin loş ışığında yeterince hızlı pozlama yapamıyorum.

Sineği tutan elimi arabanın üzerine koydum. Bari o sabit kalıp sadece makineyi tutan tek elim titresin. 2X’te bileğim yorulana kadar bol bol çektim. %90’ının çöp çıkacağını biliyorum. Öyle de oldu. Kalan birkaç net pozdan yakın çekim bir görüntü elde edebildim.

Ve uçuverdiler. Gün sonunda bana bu hoşluğu yaptıkları için onlara teşekkür ediyorum. Hedeflediğim etkileyici doğal ışık çekimlerini yapamadım. Ama tırnak üzerinde çiftleşen sineklere de çok fazla rastlanmıyor değil mi? Ve tabi okuduğunuz bu yazı o günkü aksiliklerin sonucu ortaya çıktı. Yani elim boş hissetmediğim için keyfim yerinde.

Ayrıca hoşlanabilirsiniz